Hasan Ali Yücel

Ahmed Güner Sayar

Ötüken Neşriyat,  İstanbul  2002  ISBN: 978-975-437-390-5

Dil: Türkiye Türkçesi  Türü: Kitap  Alt türü: Biyografi

Dış bağlantı: http://www.otuken.com.tr/kitapdetay.asp?kitapID=345

Bu eseri üyemiz İskender temin etmiştir. Kaynağına ulaşmak için tıklayınız

Hasan Ali Yücel’in hiç bilinmeyen yönlerini ifşa eden, her çevreden insanları onu anlayamamakla itham eden, yayınlandığında hayret ve hayranlık uyandırmış bir çalışma… Yazara göre Türk Millî Eğitim tarihinin en uzun soluklu ve etkin bir bakanı olan Hasan Âli Yücel objektif bilgi ile subjektif bilgi kürelerini başarıyla dengelemiş nadir düşünürlerimizdendir. Çocukluk yıllarından itibaren yetiştiği Yenikapı Mevlevîhanesi'nde soluklanan ruhî-manevî havayı benimsemiş samimi bir Mevlâna hayranıdır. Hasan Âli, "Debussy’yi, Wagner'i seven, Mahur Beste’yi yaşayan, iki medeniyet arasında yalpalayıp durmuş bir aydın nesline mensuptur. Bu çelişkilerin bazıları elbetteki onda da mevcuttur fakat onun en bariz ve ihmal edilen özelliği gönül zenginliğidir. Hasan Âli Yücel'in tasavvufî dünyasını Mevlevîlikle nasıl içselleştirdiğinin hikâyesidir.

Yorumlar:

Hasan-Ali Yücel ve Tasavvuf

Beşir Ayvazoğlu

Prof. Dr. Ahmet Güner Sayar, 1940f'lardan beri milliyetçi-muhafazakâr çevrelerin günah keçilerinden olan Hasan-Ali Yücel'e asla toz kondurtmaz. Yücel, ona göre, Köy Enstitüleri'ni kurup bu okullarda "komünist" yetiştiren, milliyetçileri ezip tabutluklarda inletirken solculara kol kanat geren, Türk-İslam kültürünü yok ederek onun yerine Greko-Lâtin kaynaklı hümanist kültürü yerleştirmek için Yunan, Lâtin ve Batı klasiklerini tercüme ettirmiş bir Mafarif vekili değil, Mevlana'ya duyduğu derin sevgiyi ömrünün sonuna kadar korumuş samimi bir Mevlevî, dürüst bir poltikacı, iyi niyetli ve seçilen bir aydındır.

Bu fikre bütünüyle katıldığımı söyleyemem; fakat ilk gençlik yıllarımızda okuduğumuz popüler – ideolojik kitapların yarattığı Hasan – Ali Yücel imajının yanlış bir imaj olduğu da bir gerçektir. İlk şaşkınlığımı, onun Dâvam (1947) adıyla yayımlanan savunmasını okuduğumda yaşamıştım; neredeyse yemin – billah "komünist" olmadığını, mesela 1924 yılında yazdığı "Üç Telli Saz Şairine Üç Telli Saz’dan Cevap" adlı şiirinde Nazım’ı yerdiğini, ancak başından beri onun şairliğini takdir ettiğini söylüyor, "Eğer mektep ve meşrep arkadaşı olsaydım, onu da ifade etmekten çekinmezdim." diyordu.

Bu dürüst tavır hem hoşuma gitmiş, hem kafamı karıştırmıştı. Daha sonra onun hakkında bir hayli okudum ve zihnimde şöyle bir Hasan–Âli portresi oluştu: Komünist değildi, fakat komünist aydınları koruyup kollamıştı; güçlü millî duygulara sahipti, fakat 1940’lar boyunca milliyetçilerle cebelleşti: Türk musikisine beste yapacak kadar vakıftı, fakat bu musikiyi konservatuvarın kapısına bile yanaştırmamak azmindeydi; bir kitabında divan şiirini yerin dibine batırmıştı, fakat kendi kendisiyle baş başa kaldığında Fuzulî tarzında şiir yazıyordu. Bu nasıl işti?

Derken bir gün Ahmed Güner Sayar’ın bir makalesini okudum. Hasan-Âli’nin Mevlevî olduğunu, Mevlevî bir aileden geldiğini anlatıyordu. Çocukluğunu Yenikapı Mevlevihanesi’nde geçirmiş ve çok küçük yaşta sikke giyip derviş olmuş bir Cumhuriyet bakanı… Allah Allah! Sayar’ın anlattığına göre, Hasan–Âli, bakanlığı sırasında, bir gece rüyasına giren Mevlana’nın "Hasan, benim dervişimi koru!" sözüyle dehşet içinde uyanmış; Konya’da Dergâh-ı Mevlâna’nın emektarlarından olup tekkeler kapatılınca gideceği yeri olmadığı için bir vazife uydurularak dergahta barınmasına izin verilen, ancak bir süre önce emekli edilen Ankaralı Mehmed Dede’nin kayd-ı hayat şartıyla yerinde bırakılmasını sağlamış.

Hasan–Âli Yücel’in düştüğü bu trajik durumun sebeplerinden birini, Niyazi Berkes’in hatıralarını okuduktan sonra fark ettim. C. W. Hostler adlı yazarın Türkçülük ve Sovyetler adlı kitabına dayanarak Millî Şef’in İkinci Dünya Savaşı başlarında açıkça Nazilere göz kırptığını söyleyen Berkes’e göre, Paşa, savaş Almanların aleyhine dönünce uyduruk bir Irkçılık – Turancılık davasıyla Kremlin’in gözüne girmeye çalışmış, savaştan sonra Nazi uyduluğundan vazgeçip rotasını İngiliz / Amerikan uyduluğu yönüne çevirdikten sonra, "faşist saldırıların" ustalıklı bir biçimde Hasan – Âli Yücel’e yönelmesini sağlayıp kendisi geri plana çekilmişti. Açıkçası, Yücel’in adına işkence edebiyatının yapıştırılmasına sebep olan Millî Şef'ti.

Şunu unutmamak gerekir: Hasan–Âli, "Debussy'yi, Wagner'i seven, Mahur Beste”yi yaşayan", iki medeniyet arasında yalpalayıp durmuş bir aydın nesline mensuptur. Kalpleriyle, içinden çıkıp geldikleri dünyaya ince ve hassas tellerle bağlı, kafalarıyla Avrupa'ya hicret etmiş aydınlar… Tanpınar'ın sözleri, bu aydın neslinin tuhaf vaziyetini çok güzel anlatır: "Yeninin taraftarı ve mücadelecisi, fakat eskiye bağlı; hayatının bazı devirlerinde yeninin adamı olarak eskinin, bazı devirlerinde eskinin adamı olarakyeninin tazyiki altıda yaşayan…"

Yazdıklarımın birçok okuyucumu şaşırtacağını biliyorum. Bu konularda daha geniş bilgi edinmek ve tatmin olmak istiyorlarsa, Ahmet Güner Sayar”ın Ötüken Neşriyat tarafından yayımlanan Hasan–Âli Yücel'in Tasavvufi Dünyası ve Mevleviliği adlı kitabını okumalıdırlar. Kültür tarihimizin yakın dönemine farklı bir gözle bakmamızı sağlayacak küçük, zarif bir kitap…

...

Yorum

Bu eser hakkında henüz yorum yapılmamış. İlk yorum yazan siz olun.

Yayınlanacak yorumunuza bir başlık yazın: Yorumunuzu yazın: